Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki cuntacı hainlerin 15 Temmuz gecesi kalkıştıkları darbe girişiminde Başbakanlık binasında neler yaşandı? Sürecin bire bir içinde olan Kurtulmuş hangi kritik talimatı verdi? Yenikapı’da millet olma bilinci için neler söyledi? Türkiye’nin Suriye politikası değişiyor mu?
İşte Basın Hayatı dergisindeki röportajın tamamı;
‘YENİKAPI, GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE’NİN KAPISIDIR’
“7 Ağustos için denilen “Yenikapı, yeni bir kapı” ifadesinden hareketle o yeni kapıyı asla kapattırmayacağız. O yeni kapı birliğin, dirliğin, kardeşliğin, güçlü bir yeni Türkiye’nin kapısıdır. Bu siyasette rekabet dili üzerinden yarış edebilmenin, siyasette yeni bir dil ve üslup inşa edebilmenin yeni bir kapısıdır. Biz hep beraber bunu yapmaya gayret edeceğiz. Hem 15 Temmuz ruhunun hem de 7 Ağustos’ta ortaya konan millî birlik ve dayanışma ruhunun kıymetini bileceğiz. Siyaset olarak buna gözümüzün bebeği gibi bakacağız ve bunu koruyacağız”
Suriye’de ve bölgede yaşananlar hassas bir dönemden geçtiğimizi ortaya koyuyor. Türkiye bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünü istiyor diğer yandan kendi güvenlik politikalarını uygulamaya çalışıyor. Küresel güçlerle de ilişkilerini yönetmesi gerekiyor. Rusya ilişkilerimiz bir ara sıkıntılı idi şimdi düzelme yoluna girdi. Amerika ile ilişkilerimizde de yaşananlar ortada. Böyle bir ortamda başlayan Cerablus operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cerablus operasyonuna gelmeden önce Suriye’deki durumu kısaca analiz etmekte fayda var. Suriye’de
2011 yılının Mart ayından itibaren başlayan önce sokak çatışmaları arkasından iç savaş ile gelişen süreç
son iki yıldır açık bir vekâlet savaşına dönüştü. Bu aslında Suriye’deki gelişmenin üçüncü safhasıdır; kanaatimce de son safhasıdır. Yani bu vekâlet savaşları üzerinden Suriye maalesef silahlı grupların elinde köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir bölündü. Bölgesel ve bölge dışından birçok ülke, bu terör örgütleri ve silahlı gruplar vasıtasıyla Suriye politikasına müdahil olmaya başladılar. Ancak bunun da bir sonu var. Yani vekâlet savaşlarını ilanihaye sürdüremezsiniz. Çünkü bir müddet sonra bu silahlı grupları kullananlar yani sahipleri savaşmaya başlar. İşin artık Suriye’de, örgütlerin arkasındaki güçlerin savaşabileceği bir noktaya geldiği uyarısını, iki yıldır yapmaya gayret ediyorduk ve uyarılarımızı yapıyorduk. Yani bundan sonra ABD,Rusya ve Avrupa ülkelerinin bilfiil savaşın tarafı haline gelecekleri bir noktadayız.
Bu aynı zamanda sorunun acilen çözülmesini dayatmıyor mu?
Bu yüzden Suriye meselesinin bir an önce çözüme kavuşması gerekmektedir. ABD 10 bin kilometre öteden bu işe müdahil oluyor, Avrupa ülkeleri de 4-5 bin kilometre öteden. Cerablus dediğiniz yer Türkiye’nin 2 kilometre, Kobani dediğiniz yerse 2-3 kilometre güneyi. Suriye ile 911 kilometre sınırımız var ve o sınırın öte tarafında olan her şey Türkiye’yi birinci derecede etkiliyor.
Suruç katliamından bu yana Türkiye DAEŞ’in, PKK’nın ve bazı başka terör örgütlerinin tehdidi altında, fiilen bir güvenlik sorunu var ve yaşıyor. Bu güvenlik sorununu iki ölçekte yaşıyor. Birinci olarak, sınırımızın güneyinden Türkiye’ye taciz atışları yapılıyor. Burada çok sayıda vatandaşımız da hayatını kaybetti. Kilis füzelerle taciz edildi, halkımız büyük bir tedirginlik yaşadı. Ayrıca canlı bombalar ve bombalı araç saldırıları ile Türkiye’nin birçok şehrinde katliamlar yapıldı, İstanbul’da, Ankara’da, Elazığ’da ve en son Gaziantep’te çok ciddi şekilde katliamlar yapıldı. Bunların arkasında da DAEŞ ve PKK terör örgütlerinin olduğunu biliyoruz. Türkiye, Suriye sorununa müdahil olan diğer taraflardan farklı olarak Suriye’deki bu siyasi istikrarsızlığın bedelini bire bir ödeyen ülkelerin başında geliyor.
Terör Türkiye’yi doğrudan etkiliyor.
Evet bu çok açık. Bunun dışında yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteciye yıllardır ev sahipliği yapıyor. Avrupa’ya giden mültecilerin geçtiği bir transit ülke olma bakımından da Türkiye çok ağır bir bedel ödüyor. Tüm bunlardan sonra Cerablus’taki gelişmelerin Türkiye açısında tahammül edilemez bir noktaya geldiği açıktı. Başından beri koalisyon güçleri ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan mutabakatlarımızda şunun altı çizmişti Türkiye; Fırat’ın batısında hiçbir PYD unsurunun olmaması ve bu bölgede diğer terör örgütlerine müsamaha edilmemesi.
Peki, Türkiye bu operasyonla neyi amaçlıyor?
Türkiye, DAEŞ’e karşı “Fırat Kalkanı” operasyonuyla Cerablus’u emniyet altına alıyor. Ayrıca sınırlarında sınır güvenliğini artıracak tedbirlerini artırıyor. Böylece hem Türkiye için Suriye topraklarındaki gelişmelerin, güvenlik tehdidi oluşturmasının hem de Suriye politikamızın en önemli kırmızı çizgisi olan Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması bakımından, 911 kilometrelik alanın tek bir örgütün eline geçmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Her ikisi de Türkiye için hayati önemde konular. Bu iki konuda uluslararası camia ile müttefik olarak çalışmalar sürdürülerek bu operasyonlar yapılmaktadır ve Türkiye bu operasyonları tamamen uluslararası hukuka uygun bir şekilde sürdürmektedir.
“Avrupa siyasetinin çivisi çıkmıştır”
Bizim gayretlerimiz Suriye’nin bütünlüğünü sağlayabilmek için yeterli mi? Rusya’nın, Amerika’nın, İran’ın, bölgedeki diğer aktörlerin hatta küresel aktörlerin bu anlamdaki hedeflerini önleyebilir mi?
Bugün Suriye’de barışa yaklaşma noktasında geçmiş döneme göre daha olumlu bir noktada olduğumuzun altını çizmek isterim. Amerika, Rusya dahil herkes anladı ki artık Suriye’de hiç kimse tek başına istediği bir çözümü dayatamaz. Suriye çok parçalı bir yapı haline gelmiştir ve Suriye’nin bir örgütler konfederasyonu haline gelmiş olmasının, uluslararası camiaya ödettiği bedel çok büyük olmuştur.
Bu bedelin iki ayağı var; Bunlardan biri göçmen sorunudur. Avrupa 5 sene evvel böylesine göç krizi ile karşı karşıya değilken bugün Suriye kaynaklı göç krizi dalgasının altında boğulmaktadır. Bu göç kriziyle birlikte buna bağlı olarak gelişen aşırı sağ, faşist akımlarla da boğuşmaktadır. Avrupa siyasetinin çivisi çıkmıştır. İkincisi, DAEŞ denilen uluslararası terör networkünü dünyanın başına bela etmiştir. DAEŞ sadece Musul’u, Kerkük’ü tehdit eden bir unsur olmaktan çıkmıştır. Artık Brüksel’i, İstanbul’u, Washington’u, Rusya’yı tehdit eden bir unsurdur.
Şimdi artık uluslararası camianın vereceği bir karar var; ya Suriye’de herkes “burada benim dediğim olacak” dayatmasını sürdürecek ya da bundan vazgeçerek bir barış perspektifine sahip olacak.
“Suriye’de istikrarsızlık olmasaydı ne DAEŞ ne hendek siyaseti olacaktı”
Türkiye’nin Suriye politikası değişiyor mu?
Maalesef Türkiye olarak da bizim tek başımıza orada bir çözüm üretme imkânımız yoktu, biz de kalıcı bir çözüm üretemedik. Dolayısıyla eğer Suriye’deki bu siyasi istikrarsızlık olmasaydı bugün DAEŞ diye bir örgüt olmayacaktı. Eğer Suriye’deki bu siyasi istikrarsızlık olmasaydı, Suriye’nin kuzeyinde neredeyse bölgenin tamamını kantonlar üzerinden ele geçirmiş olan PYD/YPG unsurları olmayacak, bugün Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız hendek siyasetiyle, çukur siyasetiyle karşılaşılmayacak, birileri Türkiye’deki şehirleri işgal etme cesaretini ve niyetini kendinde bulamayacaktı. Suriye politikası bu şekilde bir çıkmaza girmemiş olmasaydı İstanbul’da, Ankara’da, Gaziantep’te, Elazığ’da bombalar patlamayacaktı. Hatta Türkiye bölgedeki bir takım güçlerle örneğin Rusya ile bir yıldır devam eden gerilimin içerisine girmeyecekti. Türkiye, İran ile birçok konuda anlaşmazlık yaşamayacaktı ve belki Fetullahçı Terör Örgütü, ortamın bu kadar rahat olduğunu görüp Türkiye’de bir darbe teşebbüsüne kalkışmayacaktı. Bütün günah Suriye’nindir, demiyorum ama sonuçta Suriye ortaya bütün ülkeleri etkileyen fevkalade ciddi bir siyasi istikrarsızlık tablosu çıkardı. Türkiye 3,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. 15 milyar dolara yakın para harcadı. Türkiye’nin bazı şehirlerinin sosyolojik yapısı değişti.
“Talimatı verdim ve salalar okundu”
Türkiye büyük bir badire atlattı ve siz o geceyi Ankara’da karşıladınız. O sürecin birebir içindeydiniz ve çok etkin bir rol oynadınız. Neler yaşandığını sizden dinleyebilir miyiz?
O gece sabaha kadar Başbakanlık’taydık. Geriye dönüp baktıkça çok büyük tehlikeler atlattığımızı bir kez daha görüyoruz. O gece 5 tank çeşitli defalar teşebbüste bulunarak Çankaya’ya girmeye çalıştı. Her defasında vatandaşlarımız ve güvenlik güçlerimizin müdahalesiyle püskürtüldü. Başbakanlık, üç defa alçak uçuş modundaki helikopterlerce ateşe maruz kaldı. Sonradan gördük ki, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na komşu olduğumuz için büyük bir tehlikeyi de atlatmışız. Uçaklar alçak uçuşla üstümüzden geçtiler. Birkaç defa korumalarımız güvenlik nedeniyle bizi yere yatırdılar. Ses bombaları atıldı. Bütün ışıkları söndürerek bir iki odada açabildiğimiz ışıkla çalışmalarımızı sürdürdük. Telefon diplomasisi ile kimleri harekete geçirebilirsek onlarla görüşmeler yaptık. Ben Necdet Özel Paşa’yı aradım. Diğer Bakanlarımız farklı isimleri aradılar. Sala okunması talimatını verdim. O gecenin önemli adımlarından birisi de TRT ile ilgiliydi.
Bildiri okunurken, yayını kesmek için TÜRKSAT’a müdahale ettik ve diğer yayınların devamı için TÜRKSAT’ı teyakkuza geçirdik. Fakat biz TRT’nin yayını kesince maalesef TÜRKSAT’a saldırıda bulunuldu ve iki kardeşimiz şehit oldu.
O gece çok enteresan şeyler oldu. Gece boyunca belki onlarca belki yüzlerle ifade edilebilecek telefon görüşmeleri yaptık. Sürekli televizyon kanallarına bağlantı gerçekleştirdim. İnandığım için hep şunu söyledim:
“Çok karanlık bir gece yaşıyoruz. Ne olacağı belli değil ama şundan emin olun ki Türkiye yarın yeni bir güne uyanacak ve bugün çok güzel ve aydınlık bir gün olacak.” Başbakanlık’tan saat 05.30’da ayrılıp TRT’ye gittiğimde henüz darbe tehdidi bitmemişti ama artık şu görünüyordu ki milletimiz büyük bir cesaret örneği sergilemiş ve bu darbeyi önlemişti. Yollarda sabaha kadar uyumadan, gözleri kıpkırmızı, yorgun, mücadele etmiş ama umutlu yüzlerce yürekli insanımızı görünce ‘Allah’a çok şükür bu millet büyük bir badireyi atlattı.’ dedim.
“Bir manevi el, sanki milletin gönlüne değmişti o gece…”
Peki, bu milletin 15 Temmuz’daki ruhunu nasıl yorumlarsınız?
Diyarbakır’dan bir arkadaşımız, o gece orada olanları anlattı. İnsan hakikaten çok duygulanıyor. Bir el, bir manevi el, sanki milletin gönlüne değmiş, tek tek her bir vatandaşımız, hiçbir yerden organize edilmeden, sokağa çıkmış ve aynı tepkiyi göstermiş. Bu olağanüstü bir şeydir. Bu milletin sahip olduğu sosyal genetiğin bir sonucudur. Hakikaten imanın, cesaretin, inancın bir sonucudur. Hakkını bir kez daha teslim etmek gerekir ki Sayın Cumhurbaşkanımız’ın, meselenin en zor anında, televizyonlara bağlanması, yüzünde hiçbir tereddüt, endişe, korku emaresi olmadan, “Meydanlara çıkın ve demokrasiyi savunun!” talimatı vermesi ve “Ben bu ülkede beşeri anlamda milli iradeden daha büyük bir güç tanımıyorum!” sözünü söylemesi milleti ciddi anlamda cesaretlendirdi.
O gece ma’şeri vicdan harekete geçti, bir milli birlik ve beraberlik ruhu içerisinde sonuç elde edildi.
O gece ben de Ağrı’da bir toplantı için bulunuyordum. Sizin Diyarbakır için anlattığınız ruha ben de Ağrı’da bizzat şahit oldum. 15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşananlar karşısında sizce medya ve basın nasıl bir imtihan verdi?
O gece dünya görüşü, siyasi duruşu ne olursa olsun bütün insanlar ortak bir tavır sergiledi. Unutmadığım bir şey var o geceye dair. İstanbul’da ilerleyen bir tankı 20-25 kişi durduruyor, aralarında bir psikiyatrist de var. Psikiyatrist, tankın üzerinde elinde makineli tüfek olan bir binbaşıyı ikna etmeye çalışıyor. Ancak binbaşının gözlerinin donduğunu, kilitlenmiş biri olduğunu yine de uzmanlığı nedeniyle ikna edip, teslim alabileceğini düşünürken, millete ateş etmek üzere elinin tetiğe gittiğini fark eder.
Arkadaşlarını uyararak tedbir almalarını söyler. O sırada şortlu ve askılı giyimli bir kadın koşarak geliyor ve “Ya Allah! Bismillah!” diyerek binbaşıya birkaç tokat atıyor. Bundan istifade ederek gençler silahını alıyor ve tankı kurtarıyorlar. Bu milletin çok derin bir imanı var. Necip Fazıl diyor ki, ‘bu millet üzerine küller örtülmüş bir vaziyette olsa bile, küllerini üflerseniz altından kor bir iman ateşi çıkar.’
Bu millet imanının ne kadar büyük ve güçlü olduğunu o gece gösterdi. O gece siyaset çok dik durdu. Başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve hiçbir ayrım yapmadan bütün siyasi partiler darbenin karşısında yer aldı. Millet cesaretle, imanla, inançla tankların karşısına çıktı. Medya da ilk andan itibaren hiçbir tereddüt göstermeden demokrasinin yanında durdu. Meşru ve seçilmiş hükümetin, milli iradenin yanında durdu. Bu tarihi bir adımdır. Bütün medya kuruluşlarına bir kez daha teşekkür ederim.
O gece Türk medyasıyla iftihar ettik. Yerel medya aynı şekilde milli iradeye sahip çıktı. Gazetelerimiz hemen ertesi günden itibaren fevkalade güzel başlıklarla, manşetlerle çıktılar. Bu tecrübe Türkiye toplumunun milletiyle, siyasetiyle, medyasıyla, STK’larıyla demokrasisine sahip çıktığının çok güzel bir göstergesi oldu. Türkiye demokrasinin nimetini bir kere daha gördü. Hani deriz ya demokratik kazanımlar bedel ister. Türkiye belki de demokratik kazanımlar bakımından en büyük bedellerden birini ödedi. Türkiye çok daha sağlam bir demokrasi haline geldi.
“Yenikapı, güçlü bir yeni Türkiye’nin kapısıdır”
Yenikapı’da ortaya çok güzel bir birlik ve beraberlik tablosu çıktı.
7 Ağustos için denilen “Yenikapı, yeni bir kapı” ifadesinden hareketle o yeni kapıyı asla kapattırmayacağız. O yeni kapı birliğin, dirliğin, kardeşliğin, güçlü bir yeni Türkiye’nin kapısıdır. Bu siyasette rekabet dili üzerinden yarış edebilmenin, siyasette yeni bir dil ve üslup inşa edebilmenin yeni bir kapısıdır. Biz hep beraber bunu yapmaya gayret edeceğiz. Hem 15 Temmuz ruhunun hem 7 Ağustos’ta ortaya konan millî birlik ve dayanışma ruhunun kıymetini bileceğiz. Siyaset olarak buna gözümüzün bebeği gibi bakacağız ve bunu koruyacağız.
“Anlamak istemeyene bir şey anlatamazsınız”
Ulusal basınımız bu kadar milli bir duruş sergilerken, yabancı basın tam tersi bir tavır içerisindeydi. Siz kamu diplomasisi konusunda da çalışmalar yapıyorsunuz. Bu yöndeki çalışmalarınızı ve yabancı basının duruşuyla ilgili yorumunuzu bizimle paylaşır mısınız?
15 Temmuz akşamından beri kamu diplomasisi alanında çok yoğun çalışıyoruz. Henüz merkezi bir Kamu Diplomasisi Koordinasyonunu sağlayan kurumumuz yok. Ancak yakın zamanda bunu yasalaştıracağız. O geceden beri neredeyse her gün mesaimin önemli bir kısmını bu konuya ayırıyorum. Yurt dışından sürekli heyetler, gazeteciler geliyor. Türkiye’den çok farklı grupları bir araya getirip, onlarla toplantılar yapıyoruz. Ekonomi diplomasisi ile ilgili insanları bir araya getirdik. Yine aynı şekilde insan haklarıyla ilgili çalışan insanları bir araya getirdik. Çünkü darbeden sonra özellikle ekonomi ve insan hakları alanlarında bir takım tezviratlar üreterek, algı operasyonları yapacaklarını gördük. Ayrıca dış politikayla ilgili insanları bir araya getirdik. Darbeden hemen sonra uluslararası ajansların temsilcileriyle bir araya geldik. Bu ekibi, darbenin tahribatını kendi gözleriyle görsünler diye Meclis’e, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na götürdük. Elimizden gelen bütün gücü sarf ediyoruz. Ama yine de anlamak istemeyene bir şey anlatamazsınız. Önyargılı, bir şeyi anlamak istemeyenlere neyi, hangi delille ortaya koyarsanız koyun, anlamaları mümkün olmuyor.
Ben bu anamda 7 Ağustos Yenikapı ruhunun zihinleri değiştirici, dönüştürücü bir etkisi olduğuna inanıyorum. En kısa zamanda dış basında da, Türkiye’ye karşı bu art niyetli duruşla ile ilgili bir takım çözülmelerin olacağını ümit ediyorum.
FETÖ’nün özellikle bu yönde çalışmaları var. Onu kırmak için neler yapılıyor?
Burada bir özeleştiri yapmak lazım. FETÖ yurt dışında bir network oluşturmuş ama bunun önemli bir kısmını Türkiye’deki kamu kurum ve kuruluşları üzerinden gerçekleştirmiş. Bu adamlar çok kabiliyetli oldukları için bunu yapmış değiller. Devletin imkânlarından istifade ederek birçok yerde networkler oluşturmuşlar.
Bu da bir günün işi değil. Belki otuz yılda oluşturdukları bir network. Türkiye aleyhine çok sıkı çalışmalar yapmışlar. Bundan sonra daha çok çalışacağız, 15 Temmuz’da oluşan milli iradeyi bu algı operasyonlarına çiğnetmeyeceğiz.
Basın İlan Kurumu malumunuz üzere yerel ve ulusal basınla birlikte çalışan bir Kurum. Bizim aracılığımızla vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Yerel ve ulusalda hizmet veren bütün medya kuruluşlarımıza teşekkür ederim. Büyük bir sınav verildi. Bunlar unutulmaz, unutulmayacaktır. Herkesin karnesi ortaya çıktı. Herkes büyük bir başarı öyküsü ortaya koydu. Şehitler verdi. Gazi olanlar oldu. Buradan bu vesileyle bütün şehitlerimize ve şehit gazeteci Mustafa Cambaz’a Allah’tan rahmet diliyor, basınımızın başı sağ olsun diyorum. Bu göreve geldiğimden beri medya ile ilişkilerimizi sürekli geliştirmek için çalışıyorum ve bundan sonra bu iyi ilişkilerimiz artarak devam edecek. Bu çalışmalardan bir örnek vermek gerekirse; televizyonların reklam gelirlerinin yüzde 3’ü RTÜK payı olarak ayrılıyordu. Ancak gösterdikleri milli birlik ve dayanışma, demokrasiye sahip çıkma ruhuna teşekkür kabilinden bu oranı yüzde 1,5’a çektik.
Teşekkür ederiz.
BASIN HAYATI DERGİSİ’NİN 38. SAYISININ TAMAMINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ >>>