Basın İlan Kurumu (BİK) ile Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesinin birlikte organize ettiği, Basın Dünyasından Yüzler ve Sesler programı kapsamında gerçekleştirilen “Yaşayan Basın” etkinliğimize bu hafta TRT World Yayın Müdürü Resul Serdar Ataş konuk oldu. Genel Müdür Yardımcımız Mustafa Canbey’in takdimleri ile başlayan programda şunlar kaydedildi:
“Resul Bey TRT World’ün yayın müdürlüğünü yapıyor. Daha önce Al Jazeera’de çalıştı. Milli Gazete’de çalıştı. Boğaziçi mezunu. Gerçekten konuya hakim. Suriye konusunu konuşacağız bugün. Çok değerli bir konukla birlikteyiz. Bu konuyu ben gerçekten iddia ediyorum Türkiye’de sağlıklı bir şekilde değerlendirebilecek analiz edebilecek önemli isimlerden biri olarak Resul beyi biliyorum. Çünkü daha önceden kendisini dinleme imkânım oldu. Suriye’de neler oluyor? Coğrafyada şu an ne gibi hesaplar yapılıyor bu konuları da detayıyla biliyor. Malumunuz Halep’te büyük bir acı yaşıyoruz. Halep dörtte üçü kaybedilmiş durumda. Muhalifler çok zor durumda. Ciddi bir problem var ve inşallah onu çözmeye çalışıyor Müslümanlar. Ama büyük zorluklarla da karşı karşıya olduğumuz acı bir gerçek. Onlara dua ediyoruz. Yine El Bab konusunu biliyoruz. Orada neler olacak? El Bab niçin Türkiye açısından önemli? Rusya neden orada birtakım operasyonlar yapıyor? Amerika neden bir türlü orayı bırakmıyor? Bu soruların hepsi kocaman kocaman sorular. İnşallah konuğumuz bizlere bunların cevabını vermeye çalışacak.” diyen Canbey, takdim sunuşunun ardından mikrofonu Ataş’a bıraktı.
Ataş’ın öne çıkan değerlendirmeleri şöyle;
“Sahada neler oluyor? Hangi aktör nerede?”
PKK, YPG denildiği zaman nerede bulunuyor? El Bab denilen şey niçin mesele? Halep kuşatması denilen mesele nadir? Sahada neler oluyor, hangi aktör nerede? diyerek sözlerine başlayan Ataş, konuşmasının devamında şunları dile getirdi; Mesele şu. 2010 yılında Arap Baharının ilk patlak verdiği yer Tunus ve Tunus’un diğer ülkelerden farkı şu oluyor. Tunus orta sınıfın çok güçlü olduğu bir ülkeydi. Genelde Arap dünyasında çok zenginler ve çok fakirler olmak üzere toplum bölünüyor. Körfez ülkelerinde bu biraz farklı oluyor. Çok zenginler var sadece. Örneğin Katar. Nüfusu küçük olan ülkeler bunlar. Mısır da var. Küçük bir kesimin zengin olduğu ama geri kalanının feci bir yoksulluk içinde olduğu bir ülke profili var. Tunus farklı. Nüfusu küçük. Ekonomisi petrol üzerine.” diyerek ülkeler arası analizlerini aktaran Ataş, daha sonra şu ifadelere yer verdi;
“Sudilerin derdi Beşar Esed’i devirmek değil.”
“Halep’in doğu yakası daha yoksun. İdeolojik olarak da hem Beşar Esed karşıtı bir sosyoloji var hem de daha muhafazakâr, daha İslami hassasiyetleri olan bir şehir. O dönem Sudilerin temel amacı şu; İran’ın oraya yüklenmek zorunda olduğunu biliyor. Sudilerin derdi Beşar Esed’i devirmek değil. Sudi Arabistan’ın da dış politikasının iki paradigması var; hanedanın kurulması ve İran pozisyonlanması. İran pozisyonlanması bile önünde sonunda gelir hanedanın kurulmasına dayanır. Dolayısıya Sudi Arabistan’ın dış politikasını belirleyen iki tane madde oldu.” diyerek Sudiler ve Halep arasındaki bağlantılar konusunda analizlerini aktaran Ataş, sözlerini şu şekilde sürdürdü;
“Suriyelileri Suriyesiz bırakarak özgürleştirmek”
2013-2014-2015 yıllarında Suriye’nin politik analizini tablo ve haritalar üzerinden değerlendiren Ataş şunları dile getirdi; “2015 yılında biz iki büyük dönüm noktası yaşadık. Bunlardan bir tanesi Kobani meselesi. Özellikle Türkiye açısından çok önemli bir etki bırakıyor. Nedeni de şu. Türkiye global ölçekte şöyle bir pozisyona girdi. IŞİD’in ana finansörü. Türkiye durmadan bu pozisyonda olmadığını anlatmak zorunda kaldı. Türkiye-Suriye sınırının büyük bir kısmı neredeyse üçte ikisi IŞİD’in elinde. Türkiye’nin durduğu pozisyon savunmacı bir pozisyon.” diyen Ataş sözlerinin devamında Kobani -Türkiye arası yaptığı analizlerle, Rusya ile olan ilişkilerle ve Türkiye-Suriye arası ilişkiler hakkında davetlilere detaylı örnekler sundu.
Programın sonunda Ataş, katılımcılardan gelen soruları cevaplandırdı.